1.
I.Eski estetik dediğim şey; özü Platon'a ve Aristoteles'e dayanan, tam anlamıyla felsefenin yöntemleriyle düşünen, zaten uzun yüzyıllar boyu felsefenin bir dalı olarak kalmış olan bir düşünce alanıydı.
II.Metafizik düzeyde kalan bu estetiği hor gördüğüm, onun bilgileri artık işe yaramaz oldu, onların vakti çoktan geçti gibi bir görüşü savunduğum düşünülmesin.
III.Estetik o zamanlar bizim için bugün artık sanat felsefesi anlamı kazanmış olan eski estetikle sınırlıydı.
IV.Aksine felsefeyle esnaflık düzeyinde değil de gerçekten ilgilenen bir kişi felsefenin geçmişini birinci planda önemseyecektir.
V.Gençlik yıllarımızda İstanbul'da edebiyat ve felsefe eğitimi görürken yeni estetikle veya çağdaş estetikle tanışma olanağı bulamamıştık.
VI.Estetik için de öbür bilgi alanları için de geçerlidir bu: Bir şeyin öncesini bilmeden şimdisini ve ötesini bilemeyiz.
Yukarıda numaralanmış cümleler anlamlı bir bütün oluşturacak biçimde sıralandığında hangisi baştan dördüncü olur?
2.
I.Az miktarda enerjinin salınması da daha az titreşimin ortaya çıkması ve böylece daha az sesin oluşması demektir.
II.Aynı sesi bir peçete buruştururken duyamayız çünkü peçetenin yapısındaki selüloz lifleri çok daha kısadır ve bu nedenle yapısı daha yumuşaktır.
III.Bu kopma esnasında meydana gelen titreşim, çevrelerinde bulunan havada ilerleyerek ses dalgalarının meydana gelmesine neden olur.
IV.Dolayısıyla depoladıkları enerji; düz hâlde durabilecek kadar sıkı lif bağlarına sahip normal bir kâğıt kadar fazla değildir, bu nedenle yırtıldığında salınan enerji daha az olur.
V.Bir kâğıdı kırıştırmak için yapısındaki uzun ve gerilmiş durumda olan liflerin veya polimerlerin birbiriyle olan bağlantılarını koparmak gerekir.
Yukarıda numaralanmış cümleler anlamlı bir bütün oluşturacak biçimde sıralandığında hangisi baştan üçüncü olur?
3 - 5. sorularda, numaralanmış cümlelerin anlamlı bir bütün oluşturacak biçimde sıralanması için hangilerinin birbiriyle yer değiştirmesi gerektiğini bulunuz.
3.
I. Bizi depresyonun zincirlerinden kurtaracak keşiflerle dolu kişisel yolculuk, genellikle hayatta attığımız en cesur adımlar olur.
II. Zira kendimizi tükenmiş hissettiğimizde içimizde gizli kalmış güçlü yanlarımızı keşfetmeyi öğrenmek zorunda kalırız.
III. Her ne kadar olumsuz bir yaşantı olsa da depresyon, bizi kendi içimizde bir değişiklik yapmaya ve eyleme geçmeye yönlendirir.
IV. Bunlar her şeye rağmen insan ruhunun, dönüşümün gücünü kucaklama hatta zorluklardan keyif alma kapasitesini ortaya çıkaran türden adımlardır.
V. Kendimizde keşfettiğimiz yönler, ruh yenileyici eylemlerle birlikte dönüşerek bizi daha güçlü hâle getirir.
4.
I. Yeni bir araştırmada, kriptobentik resif balıkları olarak adlandırılan bir türün, canlı çeşitliliğini besleyen ana kaynak olduğu yönünde bulgular elde edildi.
II. Mercan resiflerinin besince fakir sularda bulunmalarına rağmen zengin bir balık çeşitliliğini nasıl destekleyebildiği, uzun zamandır bilim insanlarının kafasını kurcalayan bir soruydu.
III. Çoğunlukla dipte yaşayan bu balık türlerinin, mercan resiflerinde besin olarak tüketilen balık miktarının yaklaşık %60’ını karşıladıkları belirlendi.
IV. Kriptobentik resif balıklarının yoğun olarak tüketilmelerine rağmen yok olmamaları, hızlı yaşam döngüleri sayesinde popülasyonlarını sürekli yenilemelerinden kaynaklanıyor.
V. Bu yüzden araştırmacılar; kriptobentik resif balıklarının, çeşitli çevre sorunları sebebiyle tehlike altında olan mercan resifleri için kalıcı bir besin kaynağı oluşturmasını umuyor.
5.
I. Ay’da yürüyen, Mars’a araçlar gönderen ve uzaydaki kara delikleri gözlemleyebilen insanlığın şimdiye kadar okyanusların yalnızca %20’sini keşfetmiş olması bir hayli ilginç.
II. İnsansız araçlarla okyanus keşfi, bu sorunları çözebilecek olsa da devam eden çalışmalar çok fazla bilinmezlik içerdiğinden gerekli ilgiyi görmüyor.
III. Okyanuslarda derinlere daldıkça görünürlük sıfıra iniyor, sıcaklık eksiye düşüyor ve basınç oldukça yükseliyor.
IV. Örneğin ünlü Mariana Çukuru’na inildiğinde vücudunuza uygulanan basınç, üzerinizde neredeyse 50 adet uçağın olmasıyla eş değer.
V. Okyanusların keşfindeki zorluk, aslında onların kendi doğasından kaynaklanan çok temel bir nedene dayanıyor.
6 - 8. sorularda numaralanmış cümlelerden hangisinin, parçanın anlam bütünlüğünü bozduğunu bulunuz.
6. (I) Çocukta olumsuz tepki, kaygının bir sonucu olarak ortaya çıkar. (II) Çocuk karşı tarafı istekleri doğrultusunda yönlendirmek ister. (III) Oysa çocuğun tepkisi genellikle yaramazlık, huysuzluk, şımarıklık olarak algılanır. (IV) Dolayısıyla doğrudan, davranışı durdurmaya yönelik çözümler üretilmeye çalışılır. (V) Yapılması gereken ise davranışın kendisine değil, altında yatan nedene yönelmektir.
7. (I) Eski Yunan’da edebiyatın ahlaken doğru özellikler taşıması gerektiği düşüncesi yeşermeye başlamıştı. (II) Platon da yaşadığı dönemin bir düşünürü olarak edebiyatın toplumdaki rolü ve etkisi üzerinde durur. (III) Platon’un bir itirazı vardır edebiyata; duygulandıran, coşturan edebiyatın kişiliğimizi bozduğunu düşünür. (IV) Devlet adlı eserinde bazı şiirlerin ve masalların zararlı içeriğe sahip olabileceğini söyler. (V) Bu anlatılarda kahramanların başkalarına yalan söylemeleri ya da eziyet etmeleri gibi ahlaka uygun olmayan davranışlar sergilemelerinin kişilere kötü örnek olduğunu savunur.
7. (I) Eski Yunan’da edebiyatın ahlaken doğru özellikler taşıması gerektiği düşüncesi yeşermeye başlamıştı. (II) Platon da yaşadığı dönemin bir düşünürü olarak edebiyatın toplumdaki rolü ve etkisi üzerinde durur. (III) Platon’un bir itirazı vardır edebiyata; duygulandıran, coşturan edebiyatın kişiliğimizi bozduğunu düşünür. (IV) Devlet adlı eserinde bazı şiirlerin ve masalların zararlı içeriğe sahip olabileceğini söyler. (V) Bu anlatılarda kahramanların başkalarına yalan söylemeleri ya da eziyet etmeleri gibi ahlaka uygun olmayan davranışlar sergilemelerinin kişilere kötü örnek olduğunu savunur.
8. (I) Eski Mısır’da astronomide geometrik bir yöntem kullanılmadığından gök cisimlerinin hareketlerine, tanrıların insanlara çizdiği kaderin bir belirtisi olarak bakılıyordu. (II) Piramitlerden çıkan kil tabletlerden ve hiyerogliflerden anlaşıldığı kadarıyla Eski Mısır’da yeryüzü, dikdörtgen bir kutunun dipte duran içbükey parçası; gök ise dünyanın köşelerindeki dört dağ tarafından taşınan kubbeydi. (III) Nil, dünyanın çevresi boyunca akan bir nehrin kollarından biriydi. (IV) Göğü taşıyan dağ tepeleriyle eşit seviyedeki nehir, Tanrı’nın yani Güneş'in gökyüzündeki günlük gezisinde kullandığı tekneyi taşıyordu. (V) Tekne, daima nehrin dünya kıyısına mümkün olduğu kadar yakın seyrediyor ve böylece Nil'in taştığı zamanlarda Güneş'in mevsimlik yer değişimini de belirliyordu.
8. (I) Eski Mısır’da astronomide geometrik bir yöntem kullanılmadığından gök cisimlerinin hareketlerine, tanrıların insanlara çizdiği kaderin bir belirtisi olarak bakılıyordu. (II) Piramitlerden çıkan kil tabletlerden ve hiyerogliflerden anlaşıldığı kadarıyla Eski Mısır’da yeryüzü, dikdörtgen bir kutunun dipte duran içbükey parçası; gök ise dünyanın köşelerindeki dört dağ tarafından taşınan kubbeydi. (III) Nil, dünyanın çevresi boyunca akan bir nehrin kollarından biriydi. (IV) Göğü taşıyan dağ tepeleriyle eşit seviyedeki nehir, Tanrı’nın yani Güneş'in gökyüzündeki günlük gezisinde kullandığı tekneyi taşıyordu. (V) Tekne, daima nehrin dünya kıyısına mümkün olduğu kadar yakın seyrediyor ve böylece Nil'in taştığı zamanlarda Güneş'in mevsimlik yer değişimini de belirliyordu.
9. Öyküdeki karakterler, yazıya döküldüğü anda kurmacadan sıyrılıp hikâyenin çitlerinden atlayarak çoktandır beklenen davetliler gibi okurun dünyasına konuk oluyor. Yazarın yazdığı hikâye, okurun hikâyesine karışsın böylece çoğalarak bellekte sürekli bir yer edinsin diye karakterler zaman zaman özgür bırakılıyor. İsimlerini kolayca geride bırakıp ruhumuza sızan bu karakterler, etkileyici monologlarla okurun kendisiyle hesaplaşmasına da destek oluyor.
Bu parçada karakterlerle ilgili anlatılmak istenen aşağıdakilerden hangisidir?
10. Schopenhauer, akıl yürütmenin ancak duyusal bir birikimin ardından gerçekleşebileceğini söyler. Nesneler dünyası ve olaylara dair saf duyusal birikimi ifade eden enformasyon, zihinde ham ve işlenmemiş hâlde bulunmaz. Sürekli tekrar eden ham bilginin gözümüzün önünden geçişi dikkatimizi çekmesine rağmen bize yol göstermez. Karşımıza çıkan bir bilgiyi işleyip genelleyici benzerliği bulmadıkça nesne ve kavramlar hakkındaki birikimlerimizin bir yararı olmaz.
Bu parçada asıl anlatılmak istenen aşağıdakilerden hangisidir?
11. Aldığımız kararlar, yolumuza güçlükler çıkarsa bile özündeki bize aitlik duygusuyla bir rahatlık verir ama başkalarının zoruyla benimsediklerimiz, bizim için her şartta işkence olur.
Bu cümlede aşağıdakilerden hangisinin önemi vurgulanmaktadır?
12. Komedya, tragedyanın seyirci üzerindeki gerilimini biraz olsun dağıtmak amacıyla tragedyadan sonra ortaya çıkan bir tiyatro türüdür. Tragedyada görülmeyen günlük yaşama ilişkin şakalar ve yergiler komedyada yer alır. Buna uygun olarak ilk komedya örnekleri seyirciyi gevşetmek için yazılmış konu dışı gülünç sahnelerden oluşur. Üstün nitelikleri ve erdemleri temsil eden karakterlerin hikâyelerini anlatan tragedyaya karşılık komedya, sıradan insanların başından geçenleri anlatır. Komedya temelde iyi-kötü çatışmasını değil, gülünç durumları yansıtmayı hedefler.
Bu parçaya göre aşağıdakilerden hangisi komedyayı tragedyadan ayıran özelliklerden biri değildir?
13. Başlangıçta teknik bilgi, bilimsel bilgiden daha önemliydi. Çünkü doğanın insana dayattığı birtakım zorlukların aşılması gerekiyordu. Bu nedenle insan; ekinlerini yetiştirmeden, giysilerini dikmeden, yemeğini pişirmeden önce ne yapılacağını, nasıl yapılacağını, nerede yapılacağını bilmeliydi. Güneşin her sabah doğup her akşam batıyor olması için bir neden bulmaya gereksinim duymadı. Ancak hayatını idame ettirmeyi sağlayan dünya bilgisi, bir süre sonra insana yeterli gelmemeye başladı. Etrafındaki dünya hakkında uygulamaya dönük birtakım bilgiler öğrenmekle yetinmedi, orada gördüklerinin ardında yatan etkenleri merak etti. İşte bilim, insan zihninin dünya ve doğanın derinlerinde neler olup bittiğini merak etmesiyle başladı.
Bu parçadan aşağıdakilerin hangisine ulaşılamaz?
14. Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde, büyük bir hububat alanı olan İç Anadolu’dan İstanbul’a buğday nakletmek, New York’tan buğday ithal etmekten %75 daha pahalıydı. Bu nedenle İstanbul’un hububat ihtiyacı, büyük ölçüde Avrupa ve Amerika’dan sağlanıyordu. Birinci Dünya Savaşı, Batı’dan İstanbul’a ulaşan ticaret yollarını büyük ölçüde tıkadığında bu durum, İstanbul nüfusunun çok ağır bir beslenme sıkıntısı içine sürüklenmesine neden oldu. Çözüm olarak mevcut ulaşım şebekesi geliştirilerek metropol tüketicisinin talebi doğrultusunda hububat, Anadolu çiftçisinden alınmaya başlandı. Sonraki yılların toplumsal ve ekonomik dönüşümlerinin filizlenmesi de bu çerçevede gerçekleşti.
Bu parçadan aşağıdakilerin hangisine ulaşılabilir?
15. Descartes, “Düşünüyorum, o hâlde varım.” şeklindeki sözünü dile getirirken sanılanın aksine sadece kendi varlığının değil, sahip olduğumuz bütün bilgilerin hatta kendi varlık bilgisinin kaynağının dahi akıl olduğunu kanıtlamayı amaçlar. Nitekim bu söz, onun amacına ulaşmak ve iddiasını kanıtlamak için kurguladığı bir akıl yürütme metodunun sonucudur. Bahsi geçen akıl yürütme, şu mantıksal ifadelerle ilerler: Ben kendi varlığım da dâhil olmak üzere her şeyin varlığından şüphe ederim. Bu sebeple şüphe etmeyeceğim tek gerçek, şüphe ettiğimdir. Şüphe ediyorsam düşündüğüm içindir. Öyleyse kendisinden şüphe edemeyeceğim, kesin olan ikinci gerçek düşünebiliyor olduğumdur. Bu durumda kesin olan başka bir şey de düşünen bir varlık olarak benim var olduğumdur: “Düşünüyorum, o hâlde varım.”
Bu parçadan aşağıdakilerin hangisine ulaşılabilir?
16. Diyaloğa dayalı filmler ya tiyatral konuları aktarır ya da filme tiyatral bir hava katar. Bu demektir ki bütün dikkati otomatik olarak oyuncuya yönlendirir, onu mutlaklaştırırken fiziksel çevreyi arka plana atar. En önemlisi; söze fazla bel bağlamak, kameranın açısındaki her şeyi geriye atma eğilimini güçlendirirken çok daha tehlikeli bir noktayı da gündeme taşır: Söylemsel mantık yürütme öne çıkarılırken sinemanın özü olan görselleştirme çok gerilerde kalır.
Bu sözler aşağıdaki soruların hangisine karşılık söylenmiş olabilir?
17. Ahlaki olsun olmasın, var olan tüm değer yargılarını alt üst etme çabalarıma şaşmamalı. Ne de olsa çocukluğumdan başlayarak diğer herkesin -o günlerde henüz “öteki” kavramının bilincinde değildim- garipseyebileceği şeylere ilgi duyup mantık dışı olarak nitelendirebilecekleri şeyler yaptım. Kaygısız, ağırbaşlı, evhamlı mizacım ve tüm kötülüklerden uzak durduğunu düşündüğü hâlde uzak durduğu tüm bu kötülükleri düşünmeden edemeyen inatçı ruhum nedeniyle kendimi başı sonu belli olmayan bir yolun ortasında buldum.
Bu parçanın yazarı ile ilgili aşağıdakilerden hangisi söylenemez?
18. Molière; yalnız büyük bir edebiyatçı değil, çığır açan bir ustadır. Yaşadığı dönemde henüz emekleyen bir sanatı çıkabileceği en yüksek seviyeye eriştirmiş nadir sanatçılardan biridir. Molière her zaman ve her yerde çağdaş kalmanın sırrını keşfetmiş sanatçılardandır; büyüklüğünün temel taşı eskimeyen tarzıdır. Amacı yalnız seyirciyi güldürmekten ibaret olan bir sanatı; güldürürken öğreten, öğretirken düşündüren bir okul hâline getirmiştir. İnsanlığın iç yüzünü tüm çıplaklığıyla gözler önüne sermek, en geç ve güç anlayanların zihinlerine bile kısa bir zaman içinde silinmez izler nakşetmek hususunda komedyanın ne eşsiz bir vasıta olduğunu kimse onun kadar kuvvetle sezmemiş, bu türün bütün imkânlarından son haddine kadar faydalanmasını kimse onun kadar bilememiştir.
Bu parçada Molière ile ilgili aşağıdakilerden hangisine değinilmemiştir?
19 - 20. soruları aşağıdaki parçaya göre cevaplayınız.
Sevme Sanatı, Erich Fromm’un “Bir kişiyi ihtiyacımız olduğu için mi severiz yoksa sevdiğimiz için mi ona ihtiyaç duyarız?” problemini irdelediği eseridir. Yazar; sevgiyi bir insana “kapılmak” olarak değil, bir ilişkinin “içinde olmak” şeklinde tanımlıyor. Ona göre içinde olmanın öncelikli şartı aktif olmak. Bunu yapabilmek için seven kişi sevdiğine ilgi göstermeli, kendini ondan sorumlu hissetmeli, onu tanımalıdır. Ancak bu duygu sadece bir başkasına yönelik değildir; kişinin kendini ve içinde yaşadığı evreni anlamlandırması, tanıması ve bulmasıyla da ilişkilidir. Nitekim Fromm’a göre sevgi kavramını yalnızca bir duygu durumu olarak görmek, bu kavramın geniş ve zengin alanını daraltıyor; kardeş sevgisi, yaratıcı sevgisi, kendini sevme gibi pek çok farklı türünü de dışlıyor. Fromm’un sadece ahkâm kestiğini düşünmeyin çünkü yazar, okurlara bir reçete sunmayı da ihmal etmiyor: Sabır, ilgi, alçak gönüllülük ve nesnelliğin sevgiyi güçlendireceğini ve yaşatacağını savunuyor. Aynı zamanda, sevginin hâlihazırda hepimizin içinde var olduğunu kabul etmemiz ve işe onu uyandırarak başlamamız gerektiğini söylüyor.
19. Bu parçaya göre Erich Fromm’un sevgiye bakış açısıyla ilgili aşağıdakilerden hangisi söylenebilir?
20. Bu parçaya göre Sevme Sanatı adlı eserde sevgi ile ilgili aşağıdakilerin hangisine değinilmemiştir?